12 Ara 2012

Roma'ya Sevgilerle

Woody Allen'dan Bir Roma Güzellemesi / To With Rome Love

Woody Allen'ın İngiltere'de çektiği 'Match Point' filmiyle başlayan Avrupa Şehirlerinde film çekme serüveninin son durağı olan 'To With Rome Love' filmi, izleyicisini Roma harikalarının çevresinde dolaştırırken aynı zamanda birbirinden bağımsız 4 farklı hikayeye tanıklık etmesini sağlıyor.

Film, meşhur Roma trafiğinde şehirden görüntüler eşliğinde açılıyor, fonda 'Volare' çalarken, Piazza Venezia kavşağında trafiği yöneten polis tarafından karşılanıyoruz, tıpkı şehir gibi çok renkli bir kişiliğe sahip olduğunu anladığımız hikaye anlatıcımız "Bu şehirde her şey birer hikayedir" deyip izleyiciyi Roma sokaklarında karşılaşacağı olası hikayelerin kucağına bırakıyor.


Filmin epizotik bir anlatım tarzı olduğunu söylemek gerek, bu epizotlar çizgisel bir zaman kavramına bağlı değil ve epizotlar arasında bolca geçiş mevcut, zaten filmin var olan dinamizmini sağlayan unsurda bu... İlk olarak şehri gezen Amerika'lı Hayley ile karşılaşıyoruz, Hayley romantizmin şehrinde adres sorduğu Genç Romalı Michelangelo ile yakınlaşıyor ve kısa sürede evlilik kararı alan çift ailelerini tanıştırmaya karar veriyor. Damat adayı ve ailesi ile tanışmak için Amerika'dan Roma'ya gelen Hayley'in  babası rolünde Woody Allen'ı yine nevrotik bir karakter içinde görüyoruz ve bu noktadan sonra  hikaye Hayley ve Michelangelo'nun hikayesi olmaktan çıkıp, Hayley'in emekli bir opera yapımcısı olan babası ve Michelangelo'nun cenaze levazımatçısı babasının hikayesi oluveriyor. Roma sokaklarında karşılaştığımız ikinci hikaye ise yeni evli bir çift olan Antonio ve Milly'nin taşradan Roma'ya yeni ve daha iyi bir iş fırsatını yakalamak üzere gelmeleriyle başlıyor. Antonio'ya yeni iş fırsatını sunan ailenin ileri gelen üyeleri ile ilk kez tanışacak olan Milly'nin aile üzerinde iyi izlenimler bırakması gerekirken, kuaföre gitmek için otelden ayrılan Milly, Roma sokaklarında kaybolurken, Antonio'nun odasına gelen escord kadın yanlış anlamalarla dolu olaylar zincirini başlatıyor. Üçüncü hikaye de  mimarlık okumak için Roma'da bulunan Amerikalı genç Jack'in, sevgilisi Sally'nin Los Angeles'tan gelen güzel aktrist arkadaşı Monica ile yaşadığı gizli aşkın sonunu çok iyi bildiğimiz hikayesi çıkıyor karşımıza... Bu evrede filmin aslında günlük hayatta karşılaştığımız, bizlere hiç yabancı gelmeyen durumları ne kadar eğlenceli bir biçimde anlattığını fark ediyoruz... Bir diğer hikayede ise filmin belkide en renksiz karakteri olan Leopoldo Pisanello, karısı ve iki çocuğuyla birlikte orta halli bir Roma'lı olarak, yaşamını oldukça sıradan bir şekilde sürdürürken bir sabah işe gitmek için evden çıktığında tıpkı bir hastalığa tutulmuş gibi şöhrete yakalanıveriyor. Anlamsız biçimde peşinden koşan, "Kahvaltıda ne yediniz?" gibi saçma sorular soran gazetecileri ve neden ünlü olduğunu anlamayan Leopoldo, renksiz hayatını renklendiren bu durumun tadını çıkarmaya karar verince şöhretin iki yüzlü kollarına teslim oluyor, ancak bir hastalık gibi aniden gelen şöhretin gidişinin, gelişinden farksız olmayacağını kestiremiyor...

17 Kas 2012

The Skin I Live In


Son dönem Almodovar sinemasında yeni bir soluk / İÇİNDE YAŞADIĞIM DERİ

            Almodovar sineması, düz bir açıdan bakıldığında klasik sinema olay örgüsü ve kalıplarından yola çıksa da bunu o denli uçlarda ve kendine özgü bir biçimde gerçekleştirir ki, her seferinde seyirciyi bu uç olay ve çılgın karakterlerin dünyasına çekmeyi başarı verir. Yönetmen, son filmi ‘İçinde Yaşadığım Deri’de  ‘tecavüz’, ‘intikam’ gibi pek çok filmde görmeye alıştığımız klasik temaları kendi sinemasının temel temalarıyla bütünleyerek oldukça seyirlik bir iş çıkarıyor.


Almodovar, ‘İçinde Yaşadığım Deri’de ‘Konuş Onunla’, ‘Kötü Eğitim’, ‘Kırık Kucaklaşmalar’ filmlerinde benimsediği gibi döngüsel bir kurgu ile parçaları birleştirerek filmin dinamiğini inşa ediyor. Dr. Ledgard’ın çok sevdiği karısı bir trafik kazası sonucu yanarak bütün güzelliğini kaybediyor. Bu durum Dr. Ledgard’ı ‘yapay deri’ üretme çalışmaları yapmaya itiyor ancak karısını kaybettiği güzelliğine geri döndürmek için yaptığı deneyler henüz sonuç bulmadan karısı intihar ediyor. Annesinin ölümüne tanık olduğu için sorunlu bir yaşam süren kızları Norma’nın bir düğün sırasında tecavüze uğraması ise asıl olayları başlatan ve bu talihsiz serüvenler dizisini ateşleyen olay oluyor. Tecavüze uğrayan kızının geçirdiği travma onuda tıpkı annesi gibi intihar ile biten bir sonuca götürürken Dr. Ledgard’ı intikama yönlendiren süreç başlamış oluyor.

Almodovar filmlerinde daha öncede gördüğümüz (Tutkunun Kanunu, Yüksek Topuklar, Kötü Eğitim, Kırık Kucaklaşmalar) önemli temalarından olan ‘tek bedende iki kimlikli yaşam’ meselesi ‘İçinde Yaşadığım Deri’de bir level atlayıp bu duruma hapsedilme ve zorunda kalmışlıkla Vera’nın nezdinde yer bulurken karakterin yaşadığı bu bedensel dönüşümün, özünde nasıl bir karşılık bulacağı sorgulanıyor. Bu noktada Vera’nın iç dünyasının yeterince derinlikli olarak anlatılmaması yönetmenin filmin sürpriz sonunu hazırlama hamlesi olarak görmek ne kadar doğru olur bilemiyorum ancak Vera’nın bedensel dönüşümü gerçekleşirken televizyonda keşfettiği yoga dersleri sayesinde gerçek benliğini içinde koruma felsefesiyle karşılaşması aslında filmin vermek istediği mesajın bir özeti niteliğinde…


Filmin, Thierry Jonquet’in Tarantula adlı romanından uyarlandığını da belirtmek gerek. Bugüne kadar genellikle hikayelerini kendi oluşturan bir yönetmen olan Almodovar’ın bu romanı seçmesi bir tesadüf olmasa gerek, çünkü hikaye Almodovar’a has diyeceğimiz ana temaları özünde barındırmakla birlikte cinselliği, kimlikleri sorgulayıp, tutku ve nefretin iç içe geçtiği, acıların ise saplantıları doğurduğu bir melodrama dönüşüyor. Yönetmenin önceki filmlerindeki kadın egemenliğine bakarak bu filmde erkek egemenliğinden bahsedebilsek de onun filmlerinde her zaman kaybetmeye mahkum olan erkekler için durum ‘İçinde Yaşadığım Deri’de de değişmiyor. Her ne kadar intikamını almış olsa da filmin sonunda, hem Dr. Ledgard’ın hem de bedensel olarak dönüşen Vera’nın kaybeden olduğu görülüyor. Sonuçta erkek karakterler ne kadar baskın olsa da, 'İçinde yaşadığım deri' kadın bakış açısına sahip tipik bir Almodovar filmi olduğunu kanıtlıyor.

11 Eyl 2012

Film Ekimi 2012 programı açıklandı!

İlk kez 2002 yılında düzenlenmeye başlanan ve büyük ilgi gören Film Ekimi bu yıl 11. kez karşımızda!



Türkiye'nin farklı kentlerinde 29 Eylül- 7 Ekim arasında gerçekleştirilecek olan Film Ekimi, İstanbul'da Nişantaşı City's, Atlas ve Beyoğlu sinemalarında izlenecek. 





Benim listeme eklediklerim!

BEN VE SEN
Yönetmen:  Bernardo Bertolucci
Oyuncular:  Jacopo Olmo Antinori, Tea Falco, Sonia Bergamasco
İtalya, 2012
35 mm / Renkli / 103’
İtalyanca; Türkçe altyazılı
B 2 Sa. 16.00 / B 3 Ça. 11.00 / B 6 Ct. 21.30 / A 7 Pz. 11.00



ACI
Yönetmen:  Kim Ki-duk
Oyuncular:  Jo Min-soo, Lee Jeong-jin, Woo Gi-hong, Kang Eun-jin, Jo Jae-ryong
Güney Kore, 2012
35 mm / Renkli / 104’
Korece; Türkçe altyazılı
B 30 Pz. 21.30 / A 3 Ça. 21.30 / B 5 Cu. 16.00 / B 7 Pz. 19.00



AŞK
Yönetmen:  Michael Haneke
Oyuncular:  Jean-Louis Trintignant, Emmanuelle Riva, Isabelle Huppert, Alexandre Tharaud
Fransa-Almanya-Avusturya, 2012
35 mm / Renkli / 104’
Fransızca; Türkçe altyazılı
A 29 Ct. 21.30 / A 2 Sa. 21.30 / NC 3 Ça. 11.00 / B 4 Pe. 16.00



CENNETTEKİ ÇÖPLÜK
Yönetmen:  Fatih Akın
Oyuncular:  
Almanya, 2012
DCP / Renkli / 98’
Türkçe
B 29 Ct. 13.30 / B 1 Pt. 19.00 / B 2 Sa. 21.30



TUTKU
Yönetmen:  Brian De Palma
Oyuncular:  Rachel McAdams, Noomi Rapace, Karoline Herfurth, Paul Anderson
Fransa-Almanya, 2012
DCP / Renkli / 97’
İngilizce; Türkçe altyazılı
NC 29 Ct. 21.30 / A 30 Pz. 21.30 / A 3 Ça. 11.00 / NC 5 Cu. 16.00


Detaylı Film Ekimi 2012 programına ulaşmak için http://filmekimi.iksv.org/tr/index.asp

20 Tem 2012

TRAMVAY

Türk sineması araştırması sırasında tesadüfen karşılaştığım Tramvay filmi bende büyük bir şaşkınlık yarattı. Büyük bir özveri ve emek sonucu gerçekleştirildiği belli olan film, bağımsız, deneysel ve psikolojik irdelemeler yapan filmleri sevenler için güzel bir sürpriz olabilir.




Babasının porno filmler gösteren sinemasında çalışan Hamit, sinemadaki koltuklardan birinin çalınmasıyla babası tarafından öldüresiye dövülerek, kovulur. Hamit, kanlar içinde kalana dek yediği şiddetli dayağın ve maruz kaldığı aşağılanmanın yarattığı psikolojik sarsıntı ve yine babasının sinemasında çalışan dolandırıcı arkadaşı Mahmut’un dolduruşa getirmesiyle birlikte bindikleri Taksim- Tünel hattı tramvayını yolcuları ile birlikte alıkoyar. Tramvaydaki yolcuların hepsi birer karşıtlığın ve Türkiye’nin içinde barındırdığı insan çeşitliliğinin temsilidir. Yaşlı Rum kadın, baba- çocuk, uyumsuz evli bir çift, Laik Kız- Kapalı Kız hatta bir kiralık katil ve onun kurbanı aynı tramvay içinde birleşince karşıtlıklardan doğan çatışmalar filmin dinamiğinin korunmasını ve merakla izlenebilir halde kalmasını sağlıyor. Oyuncu kadrosunda Fırat Tanış, Emel Çölgeçen, Halit Ergenç gibi önemli isimler var. Özellikle üstün performansıyla Fırat Tanış’ın kendini o zamandan müjdelediği söylenebilir. Fırat Tanış dışında diğer oyunculukların biraz abartılı olduğunu söylemek ise yanlış olmaz. Film teknik açıdan yetersiz ancak bir yönetmenin kendi bağımsız çabalarıyla gerçekleştirmeye çalıştığı bir ürün olduğunu düşünürsek bu oldukça normal ve hatta takdir edilesi… Sonuç olarak film şiddet, hoşgörüsüzlük, sevgisizlik, yalnızlık ve bir bütün olamama temalarında iyi dolaşmış ve bu temaları oldukça etkili bir biçimde irdelemiş. Başta da söylediğim gibi bağımsız ve deneysel filmleri seven izleyiciler için bir tercih olabilir.

Filmin Künyesi
Yönetmen: Olgun Arun
Oyuncular: Fırat Tanış, Itri Koşar, Halit Ergenç, Emel Çölgeçen, Ayça Bingöl, Tomris İncer, Dilek Serbest...


15 Nis 2012

31. İstanbul Film Festivali Kapanış Töreni Gerçekleşti! Ulusal Yarışma Dalında Ödül Kazanan Filmler


En İyi Müzik
İz-Reç- Mustafa Biber

En İyi Kurgu
Yer altı- Zeki Demirkubuz

En İyi Görüntü Yönetmeni
Yer altı- Zeki Demirkubuz

En İyi Senaryo
Tepenin Ardı- Emir Alper ve Babamın Sesi- Orhan Eskiköy filmlerine paylaştırıldı.

En İyi Kadın Oyuncu
Şimdiki Zaman- Sanem Öğe

En İyi Erkek Oyuncu
Yer altı- Engin Günaydın

En İyi Yönetmen
Yer altı- Zeki Demirkubuz

En İyi Film
Tepenin Ardı- Emin Alper(ilk film)



Ayrıca Onat Kutlar adına verilen Jüri Özel Ödülü, İz-Reç filmi ile Tayfur Aydın'a verildi.



4 Nis 2012

Yolu İstanbul'dan Geçen Yabancı Filmler

Şehr-i İstanbul, boğazı, güneşi, insanı, mimarisi gibi hem doğal güzellikleri hem de tarihi yapı ve özellikleriyle pek çok yönetmenin filmine mekan, konu ve ilham kaynağı olmuştur. Bugün Tom Tykwer’ın ‘İnternational’ filmini izledikten sonra bu film gibi yolu İstanbul’dan geçen diğer yabancı filmleri hatırlamak ve yönetmenlerin İstanbul’u filmlerinde nasıl tasvir ettiklerini, kültürümüze veya insanımıza bakış açılarının ne doğrultuda olduğunu görelim istedim... 
'Doğu Ekspresinde Cinayet' Film Afişi
Geçmişten günümüze yabancı yönetmenlerin İstanbul’a ve kültürümüze karşı oryantalist bakış açısından kurtulabildiğini söylemek maalesef pek mümkün olmuyor. Bu durumun önemli örneklerinden biri vakti zamanında büyük tartışmalara yol açan ‘Gece Yarısı Ekspresi’. Film, Türk hapishanelerine düşen yabancı bir adamın başından geçenler ekseninde çerçeveleniyor ve Türk adalet sistemini, hapishaneleri ve polisin işkenceci tutumunu konu alıyor. Filmin çekimlerinin Türkiye’de yapılmasına nasıl izin verilmiş pek anlamasam da çekimler sırasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ile Sağmalcılar Cezaevi’nin kullanıldığı söyleniyor.  Aradan geçen yıllar sonucunda yönetmen filmde anlatılanları abarttığını itiraf etse de film Türkiye'nin yurt dışında uzun yıllar kötü hatırlanmasına neden olmuştu. Gösterime girmeden önce Türkiye tarafından protesto edilen Geceyarısı Ekspresi, 52. Akademi Ödülleri'nde aday olduğu 6 dalın 2'sinde akademi ödülü kazandı... Yine Türklerin pek iyi gösterilmediği daha ziyade Araplara benzetildiği ‘Doğu Ekspresinde Cinayet’ filmi 1930'lu yıllarda İstanbul ve Paris arasında sefer yapan trende işlenen bir cinayet ve tren’in yolcuları arasında dedektif Hercule Poirot'un da bulunmasıyla gelişen olay örgüsüyle şekillenir. Agatha Christie’nin aynı adlı romanından uyarlanan film dönemine göre oldukça sürükleyici olamakla birlikte sadece başında bulunan eski İstanbul görüntüleri için bile izlenebilir...
'Topkapı' filminden bir görüntü
1964 yapımı ‘Topkapi’ filmi, Yazar Eric Ambler’in ‘The Light of Day’  romanından sinemaya uyarlanmış. Film uluslararası çapta mücevher hırsızlığı yapan bir çetenin Topkapı Sarayı’nda bulunan çok değerli bir hançeri çalmayı planlamalarını anlatıyor. Dış mekân çekimlerin tamamının İstanbul'da gerçekleştirildiği filmde, Boğaziçi, surlar, Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı, eski İstanbul sokakları görülüyor. Filmin oyuncularından Peter Ustinov, filmdeki Arthur Simpson rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü'nü kazanmıştı. 
'İstanbul' film afişi
Eski bir yapım(1957) olan ve yönetmenliğini Joseph Pevney'in yaptığı ‘İstanbul’ filmi ise mücevher kaçakçılığı suçundan dolayı sınır dışı edilen maceracı James Brennan İstanbul’a geri dönmesiyle başlar.  Brennan, geçmişe kalan sorulara cevap bulmak ister. Brennan karakterini "Kadınlarımı genç, viskimi yaşlı isterim" repliği ile bilinen aktör Errol Flynn canlandırıyor... Önemli bir kısmı İstanbul’da çekilen 1961 yapımı  ‘Tenten ve Altın Post’un Sırrı’ filmi ise Kaptan Haddock’a eski bir arkadaşı tarafından miras bırakılan altın post gemisini almak üzere Tenten ve Kaptan Haddock’un İstanbul’a gelmesiyle başlar. Filmde Yeşilçam oyuncuları ufak rollerde de olsa bulunuyorlar. Dario Moreno’yu da Papos rolünde izliyoruz... Ülkemizde sudan bir sebepten diyebileceğimiz şekilde gösterimi yasaklanmış olan dikkate değer bir diğer yapım ise ‘Paralı Askerler’ (You Can't Win 'em All) filmi… Atatürk’ün ilk kez yabancı bir aktör tarafından canlandırıldığı macera türündeki filmin çekimleri İstanbul ve İzmir’de yapılmış. Fikret Hakan ve Salih Güney gibi önemli Türk oyuncuları kadrosunda bulunduran yapıt 1922 yılında Türk Kurtuluş Savaşı sırasında geçiyor. Adam ve Josh adlı iki eski Amerikalı asker savaş içinde bulunan ülkelere silah satarak köşeyi dönme hesapları güderek Ege kıyılarına demir atarlar ve macera dolu hikayeleri böylelikle başlar. 
'Paralı Askerler' filminden bir görüntü
Filmin Türkiye’de yasaklanması oldukça garip. Başrol oyuncusu Charles Bronson o tarihte bir gazetenin röportaj teklifini geri çevirmiş, buna kızan gazeteler de filmin aleyhinde bir kampanya başlatınca bu durum sansür kurulunu "Paralı Askerler"in Türkiye aleyhinde bir film olduğu kanaatine vardırmış! Bu nedenle film gösterimi 40 yıldır vizyonda ya da televizyonda yapılmamış. Ancak yakın zamanda bir TV programında TRT tarafından bir kısmının yayınladığını da not düşmek gerek… Vee 1963 yapımı ‘James Bond: Rusya’dan Sevgilerle’… Serinin ikinci filminin büyük kısmı İstanbul’da geçiyor. İngiliz Gizli Servisi, James Bond'a Rusların elinde olan Lektor şifreleme makinasını alma görevini verir ve kahramanımız bu amaçla İstanbul'a gönderilir. Filmde eski İstanbul’u açıkça görmek mümkün ve başrolde başarılı aktör Sean Connery’i izliyoruz...

Devamı gelecek...

31 Mar 2012

31. İstanbul Film Festivali Başladı!


İlk kez 1982 yılında gerçekleşen ve İstanbul'un en değerli film festivaline dönüşen İstanbul Film Festivali dün akşam Lütfi Kırdar Uluslararası Sergi ve Kongre Sarayında düzenlenen açılış töreniyle başladı! 

31 Mart-15 Nisan arasında gerçekleşecek olan festivalde izleyicilere pek çok bölümde 200’ün üzerinde filmden oluşan bir seçki sunulacak. Bu yıl festivalin bölümleri arasında 'Sinema ve Müzik', 'Devrimin Filmini Çekmek', 'Yunanistan’da Neler Oluyor?', 'Bir Çin Sinema Geleneği: WuXia', 'Aile İçinde' gibi yeni bölümler var. Ntv ekranlarından canlı olarak yayınlanan açılış töreninde verilen sinema onur ödülleri  bu yıl Oyuncu Ayşen Gruda, Halit Akçatepe, Yönetmen Ali Özgentürk ile Sinema Eleştirmeni Sevin Okyay'a taktim edildi. Açılış Töreninden sonra festivalin onur konuğu olan Yönetmen Terence Davies'in, başrolünde Rachel Weisz’in yer aldığı filmi 'Aşkın Karanlık Yüzü' gösterildi. Aşkın Karanlık Yüzü festivalde 'Yıllara Meydan Okuyanlar' bölümünde bulunuyor.

Ulusal Yarışmada ‘Nar’, ‘Şimdiki Zaman’, ‘Ferahfeza’, ‘Yurt’, ‘Ana Dilim Nerede?’, ‘Babamın Sesi’, ‘Yeraltı’, ‘Can’, 'Lal Gece', ‘İz-reç’, ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’ ve ‘Tepenin Ardı’ filmleri yarışırken Murathan Mungan başkanlığındaki jüri En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu, En İyi Müzik ve Jüri Özel Ödülü dallarında toplam 9 ödül verecek.

Programda benim gözüme takılanlar!

AZRAİL'İ BEKLERKEN
The New York Times’a göre “bir film ziyafeti” olan, Marjane Satrapi’nin 1950 İran’ında geçen eğlenceli, hüzünlü ve melankolik yeni uzun metrajlı filmi, bir hite dönüşen Persepolis’in ardından geliyor. Satrapi’nin kendi çizgi romanından uyarlanan bu canlı çekim filmde hikâye, enstrümanı kırıldığında ölmeye karar veren dünyaca ünlü keman virtüözü Nasser’in canını almaya gelen Azrail tarafından aktarılıyor. Azrail’in gelmesi için geçen sekiz günlük sürede Nasser, başarısız okul günlerinden erkek kardeşine, aşksız evliliğinden sigara tiryakisi annesine ve İran isimli çocukluk aşkına kadar, hayatını yeniden yaşıyor.

Yönetmenler: Marjane Satrapi & Vincent Paronnaud / Oyuncular: Mathieu Amalric, Edouard Baer, Maria De Medeiros / Fransa / 2011 / 35 mm / Renkli / 91’ / Fransızca; İngilizce ve Türkçe altyazılı
MICHAEL
Cannes’da Altın Palmiye için yarışan Michael, 10 yaşındaki Wolfgang ile 35 yaşındaki pedofil Michael’in birlikte geçirdiği son beş ayı anlatıyor. Wolfgang’ı kaçırmış olan donuk ofis çalışanı Michael evinde alıkoyduğu çocuğa cinsel tacizde de bulunmaktadır. Kesin yargılarda bulunmadan durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu öykü, en feci suçlardan birini konu alırken kendi dünyasını ve bakış açısını nakleden bir suçluyu merkez alıyor. Michael, sık sık Michael Haneke ile birlikte çalışmış ünlü görüntü yönetmeni Markus Schleinzer’in ilk uzun metrajlı filmi.

Yönetmen: Markus Schleinzer / Oyuncular: Michael Fuith, David Rauchenberger, Christine Kain / Avusturya / 2011 / 35 mm / Renkli / 96’ / Almanca; İngilizce ve Türkçe altyazılı

FAUST
Efsanevi bir klasiğin etkileyici yorumu olan Altın Aslan ödüllü Faust, usta Rus yönetmen Sokurov’un “gücün yozlaşması”nı inceleyen dizisinin Moloch, Boğa ve Güneş’i takip eden son filmi. Goethe’nin bilginin arayışı hakkındaki trajedisinden esinlenen Faust 19. yüzyılda geçiyor ve yapıta adını veren, ruhunu şeytana satan kahramanını izliyor. O bir düşünürdür, fikirlerin sözcüsü, haberleri yayan kişidir; entrikacıdır, hayalperesttir. Açlık, açgözlülük, şehvet gibi temel güdülerin yönlendirdiği adsız bir adamdır. Goethe’nin Faust’una meydan okuyan mutsuz, peşine düşülmüş bir varlıktır. İlerlemek mümkünse neden olduğun yerde durasın ki?
Yönetmen: Alexander Sokurov / Oyuncular: Johannes Zeiler, Anton Adasinskiy, Isolda Dychauk / Rusya / 2011 / 35 mm / Renkli / 135’ / Almanca; İngilizce ve Türkçe altyazılı

MAVİ KOD
Ölüme hayranlık duyan ve baskıladığı duygularıyla ezilmekte olan Marian, mükemmellik ve kontrol düşkünü bir hemşiredir; bazen de bir azizeymiş gibi ölüm meleği rolüne bürünmektedir. İnsanlardan uzak bir hayat sürerken bir gün bir yabancıya rastlar; adamı bir videocuya kadar takip eder ve onunla ilgili fanteziler kurar. Sonraki adım ani bir yakınlık, tiksinme, büyülenme ve dehşet hamlesi olan röntgenciliktir. Duyguları kadını tehlikeye ve sonunda teslim olmaya götürecektir. Yönetmen Urszula Antoniak 2010 yılında festivali ziyaret ettiği ilk uzun metrajlı filmi Özel Hayatlar ile müthiş başarı kazanmıştı.

Yönetmen: Urszula Antoniak / Oyuncular: Bien de Moor, Lars Eidinger, Annemarie Prins / Hollanda-Danimarka / 2011 / 35 mm / Renkli / 81’ / Flamanca-İngilizce; İngilizce ve Türkçe altyazılı

YASAK AŞK
Sarayda geçen bir aşk üçgenini konu alan bu epik aşk hikâyesi tutku, cinsellik, skandallar, ihanet ve heyecan dolu, muhteşem bir tarihi dram. Orijinal Ejderha Dövmeli Kız’ın senaryosunu kaleme alan Nikolaj Arcel tarafından yönetilen Yasak Aşk, gitgide aklını kaybeden Danimarka kralı VII. Christian, aydınlanmacı ve idealist Doktor Struensee ve genç fakat güçlü kraliçe Caroline Mathilda’yı izliyor.

Yönetmen: Nikolaj Arcel / Oyuncular: Mads Mikkelsen, Alicia Vikander, Mikkel Boe Følsgaard / Danimarka-Çek Cumhuriyeti-İsveç-Almanya 2012 / 35 mm / Renkli / 131’ / Danca-İngilizce-Almanca; Türkçe altyazılı

NEW YORK, NEW YORK
Martin Scorsese’nin, yaşadığı kente övgü ve klasik Hollywood müzikallerine saygı duruşu niteliğindeki filmi hem tüm zamanların en bilinen müzikallerinden biri hem de akıllardan çıkması güç bir klasik. Yetenekli fakat kavgacı saksafoncu Jimmy Doyle ile film yıldızı ve şarkıcı Francine Evans’ın ilişkileri evlilikle noktalanmıştır ve birlikte bir müzik grubunda çalışmaktadırlar. Kadın başarılıdır, adam kendine güvenmemekte ve alkol problemi yaşamaktadır. Zamanla beraberlikleri çatırdamaya başlar. Bu iddialı, büyüleyici, tuhaf film Scorsese’nin en iyilerinden değil; fakat Liza Minnelli’nin söylediği muazzam klasik New York, New York’u kim unutabilir ki!

Yönetmen: Martin Scorsese / Oyuncular: Liza Minnelli, Robert De Niro, Lionel Stander / ABD / 1977 / 35 mm / Renkli / 155’ / İngilizce; Türkçe altyazılı

YALNIZ GEZEGEN
Romantik bir dram ile bir korku filminin birleşimi olan bu bağımsız yapım, Gürcistan ormanlarında geçiyor. Birbirlerine âşık genç nişanlı çift Alex ve Nica, Kafkas Dağları’nda geziye karar verir. Bölgeyi iyi bilen Dato’yu rehber olarak tutarlar ve hep birlikte ormanın romantik olduğu kadar ürpertici de olan manzarasına doğru yola çıkarlar. Ancak karşılaştıkları bir güçlük, sevimli çiftimizin sakin yolculuğunu bir sadakat ve erkeklik sınavına çevirecektir. Prömiyerini Locarno Film Festivali’nde yapan film, doğayı fon alan görkemli mekân kullanımı ve çarpıcı performanslarıyla büyük ilgi gördü.

Yönetmen: Julia Loktev / Oyuncular: Gael García Bernal, Hani Furstenberg, Bidzina Gujabidze / ABD-Almanya / 2011 / 35 mm / Renkli / 113’ / İngilizce; Fransızca ve Türkçe altyazılı
AFFEDİLMEYENLER 
Francis polisiye roman yazarı, bir baba ve bir kocadır. Yeni romanını yazmak için geldiği Venedik’te huzur ve sükûnet aramaktadır. Kendisinden yaşça küçük Judith’e ilk görüşte tutulur. Çok geçmeden birlikte Torcello Adası’nda gözlerden uzak bir eve yerleşirler. Ancak bu mutluluğun etkisiyle yazmayı bırakan Francis, bunun yerine kıskançlıkla yanıp kavrulur ve Judith’i takip etmesi için eski sabıkalılardan Jérémie’yi tutar. Yaşlanan yazar, modern kadın ve toplumun dışladığı acımasız adam arasında garip bir üçgen oluşmuştur. Emektar yönetmen Téchiné’nin Phillippe Dijan’ın romanından uyarladığı film, prömiyerini Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yaptı.

Yönetmen: André Téchiné / Oyuncular: André Dussollier, Carole Bouquet, Mélanie Thierry / Fransa-İtalya / 2011 / 35 mm / Renkli / 112’ / Fransızca-İtalyanca; İngilizce ve Türkçe altyazılı


Geçen sene 4 TL olan bilet fiyatları bu sene bu şekilde!


Tam
İndirimli
Tam
Lale Kart
İndirimli Lale Kart
Hafta içi (11.00-13.30-16.00)
5 TL
5 TL
5 TL
5 TL
Diğer
15TL
9 TL
12TL
7 TL



Ayrıntılı festival bilgileri için;  http://film.iksv.org/tr/festivalbilgileri


18 Şub 2012

Ferzan Özpetek'in yeni filmi; Magnifica Presenza

Ferzan Özpetek'in yeni filmi Magnifica Presenza 30 Mart'ta vizyonda!
Hamam, Harem Suare, Cahil Periler, Karşı Pencere, Kutsal Yürek, Bir Ömür Yetmez, Mükemmel Bir Gün ve Serseri Mayınlar filmlerinin başarılı yönetmeni Ferzan Özpetek, konusunu bir sır gibi sakladığı yeni filmi Magnifica Prezenza'nın çekimlerini tamamladı ve kurgusunu bitirdi. Filmin son detaylarıyla meşgul olan yönetmen, yeni filminin galasının İtalya'da 16 Mart'ta yapılacağını 30 Mart'ta ise Türkiye'de vizyona gireceğini söyledi. Özpetek, yeni filminin Türkçe isminin 'Şahane Misafir' olduğunu ve diğer fimlerine göre daha değişik bir film olup daha önce denemediği bir şey yaptığını, İnsanın güldüğü veya ağladığı durumların yanı sıra korku duygusunu anlattığını söyledi. Filmin konusuyla ilgili edinebildiğim tek bilgi ise 28 yaşında ve en büyük hayali aktör olmak olan Sicilyalı Pietro'nun yaşadıkları çervesinde gelişen olayların konu edinildiği oldu... Sicilyalı Pietro'yu İtalyan aktör Elio Germano canlandırırken, Cem Yılmaz'ın filmde çok farklı bir rol ile karşımıza çıkacağı söyleniyor. Yine aldığım duyumlar Cem Yılmaz'ın canlandırcağı bu farklı rolün bir hayalet olduğu yönünde... Filmin kadrosunda Özpetek'in Cahil Periler ve Bir Ömür Yetmez filmlerinde başrolde olan Margherita Buy'da bulunuyor. Ayrıca filmin afişlerini pek çok Hollywood filminin afişlerini hazırlayan Emrah Yücel'in yaptığını söylemeden geçmemek gerek... Ve son nokta; Ferzan Özpetek filmlerinde mutlaka bir Sezen Aksu şarkısı duymaya alıştık ancak bu kez Sezen Aksu'nun film için özel olarak soundtrack yaptığını ve adı 'Gitmem daha' olan bir parça hazırlamış olduğunu öğrenmemiz merakla beklediğimiz filmi  beklemek için geçerli olan bir diğer neden oluyor ve geriye 30 Mart'a kadar sabretmek kalıyor...

16 Şub 2012

Film Arası

Film Arası dergisinin şubat sayısına kısa filmimle konu oldum!
Dergi tüm D&R'larda!


25 Oca 2012

Theo Angelopoulos hayatını kaybetti!

Leyleğin Geciken Adımı, Ulis'in Bakışı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır ve Zamanın Tozu gibi önemli sinema filmlerinin Auteur Yönetmeni Theo Angelopoulos, Yunan televizyonlarında geçen habere göre Pire Drapetsona otoyolunda, yeni filminin çekimleri sırasında bir motosikletin çarpması sonucu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Ruhu Şad olsun...

13 Oca 2012

Annem Hakkında Her Şey

     Almodovar filmleri pek çok türün iç içe geçtiği bir karnaval gibidir. Yönetmenin filmsel temaları kadını merkezde tutan, insan doğasının, acıların, saplantıların, yalnızlık ve tutkuların sinemasıdır. Yönetmen, üç filmi(La Ley De Deseo/ Arzunun Kanunu, Habla Con Ella/ Konuş Onunla, Mala Educacion/ Kötü Eğitim) dışında genel olarak kadın ve kadın dünyasını anlatan filmlere imza atmıştır. ‘Annem Hakkında Her Şey’de yönetmenin tekrar tekrar kadın dünyasına yoğunlaştığı ve merkezinde annelik olmak üzere ölüm, umut, yalnızlık, özlem gibi temaları ele aldığı bir örnek izliyoruz. 


Filmde, kocasının bir travestiye dönüşmesini hazmedemeyen ve doğacak çocuğunu bu dünyadan uzak yetiştirmek isteyen Manuela, Madrid’den kaçarak Barcelona’ya yerleşir ve oğlu Esteban’ı burada büyütür. Esteban 17. Yaş gününde imza almak için aktris Huma Roja’nın peşinden koşarken bir trafik kazası geçirerek hayatını kaybeder. Çok sevdiği oğlunu kaybettiği için bütün dünyası yıkılan Manuela, yıllar sonra kaçtığı şehir Madrid'e geri döner. Döndüğünde her şey değişmiştir. Eski kocası Madrid’i terk etmiştir. Tesadüf eseri eski arkadaşı Agroda ile karşılaşır ve genç bir rahibe olan Rosa ile tanışır. Rosa,(Bu rolde Penolope Cruz'u izliyoruz.) Manuela'nın eski kocasından hamile kalmış ve aıds virüsü kapmıştır. Manuela, Rosa'ya yardım eder ve onu yanına alarak hastalığı sırasında ona bakar. Bu noktada dikkati çeken nokta Almodovar filmlerindeki kadınlar arasında yoğun sürtüşmeler olduğu gibi çok güçlü bir dayanışmanın da görüldüğüdür. (Buna örnek olarak Yüksek Topuklar, Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar ve Volver filmleri gösterilebilir.) Yaşanan tüm zorluklara karşı birlikte güçlü bir duruş sergileyen kadınlar her zaman biribirlerine yardımcı ve bağlıdırlar. Almodovar filmlerinin en güzel yanlarından biri de bu sanıyorum! Son olarak filmin Almodovar'ın uluslararası alanda ünlenmesini sağladığı ve en iyi yabancı film dalında oscar ödülünü getirmekle birlikte filmografisi açısından dönüm noktası oluşturduğunu da belirtmek gerek!

Filmin Künyesi
Yönetmen: Pedro Almodóvar
Oyuncular: Cecilia Roth, Marisa Paredes, Candela Pena, Penolope Cruz
Yapım: İspanya , Fransa.  Yapım yılı: 1998
Tür: Dram
Süre:105 dk