17 Kas 2012

The Skin I Live In


Son dönem Almodovar sinemasında yeni bir soluk / İÇİNDE YAŞADIĞIM DERİ

            Almodovar sineması, düz bir açıdan bakıldığında klasik sinema olay örgüsü ve kalıplarından yola çıksa da bunu o denli uçlarda ve kendine özgü bir biçimde gerçekleştirir ki, her seferinde seyirciyi bu uç olay ve çılgın karakterlerin dünyasına çekmeyi başarı verir. Yönetmen, son filmi ‘İçinde Yaşadığım Deri’de  ‘tecavüz’, ‘intikam’ gibi pek çok filmde görmeye alıştığımız klasik temaları kendi sinemasının temel temalarıyla bütünleyerek oldukça seyirlik bir iş çıkarıyor.


Almodovar, ‘İçinde Yaşadığım Deri’de ‘Konuş Onunla’, ‘Kötü Eğitim’, ‘Kırık Kucaklaşmalar’ filmlerinde benimsediği gibi döngüsel bir kurgu ile parçaları birleştirerek filmin dinamiğini inşa ediyor. Dr. Ledgard’ın çok sevdiği karısı bir trafik kazası sonucu yanarak bütün güzelliğini kaybediyor. Bu durum Dr. Ledgard’ı ‘yapay deri’ üretme çalışmaları yapmaya itiyor ancak karısını kaybettiği güzelliğine geri döndürmek için yaptığı deneyler henüz sonuç bulmadan karısı intihar ediyor. Annesinin ölümüne tanık olduğu için sorunlu bir yaşam süren kızları Norma’nın bir düğün sırasında tecavüze uğraması ise asıl olayları başlatan ve bu talihsiz serüvenler dizisini ateşleyen olay oluyor. Tecavüze uğrayan kızının geçirdiği travma onuda tıpkı annesi gibi intihar ile biten bir sonuca götürürken Dr. Ledgard’ı intikama yönlendiren süreç başlamış oluyor.

Almodovar filmlerinde daha öncede gördüğümüz (Tutkunun Kanunu, Yüksek Topuklar, Kötü Eğitim, Kırık Kucaklaşmalar) önemli temalarından olan ‘tek bedende iki kimlikli yaşam’ meselesi ‘İçinde Yaşadığım Deri’de bir level atlayıp bu duruma hapsedilme ve zorunda kalmışlıkla Vera’nın nezdinde yer bulurken karakterin yaşadığı bu bedensel dönüşümün, özünde nasıl bir karşılık bulacağı sorgulanıyor. Bu noktada Vera’nın iç dünyasının yeterince derinlikli olarak anlatılmaması yönetmenin filmin sürpriz sonunu hazırlama hamlesi olarak görmek ne kadar doğru olur bilemiyorum ancak Vera’nın bedensel dönüşümü gerçekleşirken televizyonda keşfettiği yoga dersleri sayesinde gerçek benliğini içinde koruma felsefesiyle karşılaşması aslında filmin vermek istediği mesajın bir özeti niteliğinde…


Filmin, Thierry Jonquet’in Tarantula adlı romanından uyarlandığını da belirtmek gerek. Bugüne kadar genellikle hikayelerini kendi oluşturan bir yönetmen olan Almodovar’ın bu romanı seçmesi bir tesadüf olmasa gerek, çünkü hikaye Almodovar’a has diyeceğimiz ana temaları özünde barındırmakla birlikte cinselliği, kimlikleri sorgulayıp, tutku ve nefretin iç içe geçtiği, acıların ise saplantıları doğurduğu bir melodrama dönüşüyor. Yönetmenin önceki filmlerindeki kadın egemenliğine bakarak bu filmde erkek egemenliğinden bahsedebilsek de onun filmlerinde her zaman kaybetmeye mahkum olan erkekler için durum ‘İçinde Yaşadığım Deri’de de değişmiyor. Her ne kadar intikamını almış olsa da filmin sonunda, hem Dr. Ledgard’ın hem de bedensel olarak dönüşen Vera’nın kaybeden olduğu görülüyor. Sonuçta erkek karakterler ne kadar baskın olsa da, 'İçinde yaşadığım deri' kadın bakış açısına sahip tipik bir Almodovar filmi olduğunu kanıtlıyor.